Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam137
Toplam Ziyaret1663590
Yılmaz Aydoğan
yaydogan33@gmail.com
TÜRK TİPİ BAŞKANLIK (3)
14/04/2017

 

(Dünden devam)

 

Osmanlı Türkiye'sinde 1512'den itibaren başlayan ve zamanla gelenekleşen, kurumlaşan şu üç hususu tespit edebiliyoruz:

 

1-  Osmanlı Merkezi Devlet Yönetimi’nde siyasi ve ekonomik seçkinlerin yabancılaşması ile Enderun’dan yetişenler etkisinin gittikçe artması, Medreselerde, tekkelerde ve tarikatlarda 1517'de Mısır'dan getirilen 2.000 kadar Eşari din ulemasının gittikçe artan etkisiyle dini seçkinlerin yabancılaşması, paralellik arz ediyor.

 

Sonuçta Osmanlı-Türk medreselerindeki Hanefi-Maturidi çizgisine bağlı İslami bilimlerle pozitif bilimlere aynı ölçüde değer veren akılcı sistem zamanla çöküyor. Nihayet 1580'de Takiyüddin'in Rasathanesi "meleklerin bacaklarını gözetliyor" gerekçesi ile topa tutuluyor.

 

2- Ekonomik fakirleşme ile tarikatlar ve dini cemaatlere yönelme paralellik arz ediyor. (Bugün olduğu gibi.)

 

3- Tarikat ve dini cemaatler, Kur'an'ın "batıni tefsirine" yöneldikçe Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaşi Veli’nin "Alp Erenleri / Gazi Dervişleri" çizgisinden uzaklaştılar. Bu gelişme milli bilinci körelterek, İslam'ın itikadi olarak algılanmasında, toplumsal barışı bozan yeni hususların ortaya çıkmasına sebep oluyor.

 

Nitekim devrinin en büyük İslam âlimlerinden olan Kuşadalı İbrahim Halveti'nin (1774-1846) şu üç tavrı bugün için de oldukça manidardır:

 

1- Kuşadalı İbrahim Halveti tarikat merasimlerine itibar etmemiş; tâc, hırka, kemer gibi görünüşe ait unsurlara değer vermemiştir. Daha önemlisi kimseye hilafet ve hayattayken kimseye irşad izni vermemiştir. Çünkü ona göre “irşad edebilmek, ancak Nebevi bir emir ve işaret geldiği zaman mümkün olabilir”di.

 

2- 1820'li yıllarda tekke ve zaviyelerin içinde bulunduğu acınası durumu gören Kuşadalı İbrahim Halveti bunların kapatılmasını istemiştir. Ona göre; “hilafet kimseye verilmez, hilafet Muhammedi bir sır olup kimde eseri zuhur ederse hilafet sırrının hamili odur”.

 

3- Bugünkü İstanbul-Aksaray'da bulunan ve 12 yıl ders verdiği dergâhı 1832'deki büyük İstanbul yangınında kül oldu. Zamanın en büyük ilim adamı, tarihçi ve devlet adamlarından Ahmet Cevdet Paşa ve devlet erkanı, dergahı yeniden yaptırmak istedilerse de Kuşadalı İbrahim Halveti buna izin vermemiştir. Tekke ve zaviyelerin devrini tamamladığı kanaatindedir.

 

Bugün Türkiye ve İslam dünyasında iktidarın ve paranın kontrolüne sahip, kendilerini "İslamcı" olarak tanımlayanlar:

 

1. İslami çıkış noktaları Selefi/Eşari Müslüman Kardeşler zaviyesinden olduğu için “akıl”ı pas geçiyorlar. İslam felsefesinden habersizdirler. Muhtemeldir ki pek çoğu Farabi'yi, Maturidi'yi okumamıştır bile.

 

2. Lafta olsalar da, gerçekte hiç birisi “milli” değildirler. Tarih şuurları zayıftır. Müslüman gibi düşündüklerini zannediyor, Makyavel gibi yaşıyorlar.

 

3. Savundukları Selefi/Eşari formatlı İslami değerlerle, yaşadıkları kapitalist tüketim kültürü arasındaki çelişkiye cevap bulamıyorlar.

 

Toynbee yaklaşık yarım asır önce söylüyor: "Batı için Güney Müslümanlığı (Suudi Arabistan - Kahire ekseni) tehlike olmaktan çıkmıştır. Ancak Kuzey Müslümanlığı (Semerkant – Buhara-İstanbul ekseni veya Türk Müslümanlığı) mutlaka kontrol altına alınmalıdır. Batı için her daim tehlike oluşturabilir."

 

"Kuzey Müslümanlığı"nın Batılıları en çok rahatsız eden hususlarından birisi, en olumsuz şartlarda Mustafa Kemal gibi "isyancı" liderler çıkarabilmekte, imparatorluk geleneğine sahip olup, Batı'nın emperyal hesaplarına aynı şiddette cevap verebilmekte oluşudur.

 

Mustafa Kemal tarihimizde ilk kez, parasını cebinden ödeyerek, Elmalılı Hamdi Yazır Hoca'ya -14 yıl süren bir çalışmanın sonunda- Türkçe Kuran tefsir ve meali hazırlattı. Hazırlanan tefsirin Hanefi, Maturidi İslam anlayışında olmasının ayrıca bir anlamı vardır. Atatürk Diyanet İşleri Başkanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı'nı aynı günde kurarak Türk milletine ve dünyaya özel bir mesaj vermiştir.

 

Atatürk, Elmalılı'nın Kuran tefsir ve mealini binlerce adet bastırarak Anadolu'ya dağıttırdı. Böyle bir teşebbüs Müslüman Türkler’in Kuran'daki İslam'ı birinci kaynaktan öğrenmesini sağladı ki, bu durum emperyalistlerin hiç de hoşuna gitmez.

 

İşte BOP taşeronlarını en çok korkutan burasıdır. Semerkant-Buhara-İstanbul ekolünün İslam inanç yapısı Mustafa Kemal'de ifadesini bulan milli tarih şuuru ve vatan sevgisi ile birleşirse…Toynbee haklı çıkabilir.

 

Türk milliyetçiliği bugün, şuurlu projelerle, büyük kitlenin derinliği olmayan, yüzeysel ve kaba “nasyonalistliğe” dönüştürülmeye çalışılıyor. Milli takımın galibiyetinde sokaklara dökülen yüz binler; "Azınlık Vakıfları Kanunu", yabancılara satılan topraklar, elden çıkan bankalar,…BOP eş başkanlığı ve AB için verilen ölçüsüz tavizler karşısında kılını dahi kıpırdatmıyor. İşte AKP'nin ve Batı'nın istediği de böyle bir "milliyetçilik"tir !

 

Aynı grubun bir kısım mensupları Türk milliyetçiliğine "ırkçılık" yaftası ile saldırırken, Devletimizin kurucusu Mustafa Kemal'e "dinsiz" diyebilecek kadar gözleri dönmüştür. İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmet kendi yazmış olduğu "Divan"ında şarap içtiğini yazacak kadar dürüst iken, onun bu eserini bugün yayınlayanlar, Fatih'in satırlarına sansür uygulayacak kadar utanmazdırlar. Hâlbuki sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed amcası Ebu Talib son nefesine kadar Müslümanlığı kabul etmediği halde ona hoşgörü göstermiş, hayatı boyunca "hoşgörü" diye haykırmıştır.

 

Bizi biz yapan, toplumsal dinamiğimizi belirleyen üç kimlik unsurumuz vardır:

 

1. Türk'üz. Dedesinin kim ve nereden geldiğine takmayıp, "Ne mutlu Türküm diyene" sözü Türklük kabulümüzün temelidir.

 

2.  Müslüman'ız. “Kuran - hadis – akıl” İslami kimliğimizin temelidir.

 

3. Laik devletten yanayız. Ne laiklik dinsizlik, ne dindarlık irticadır. Alevi'si, Sünni'si ile bütün Müslümanlar ve diğer inanç sahipleri ibadetlerinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti nezdinde eşit ve hürdür.

 

Yüce Yaradan'ın Kuran'daki ilk emri: "Oku! Allah'ın adıyla oku ya Muhammed"dir. Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed; "İlim kadın ve erkek her Müslüman'a farzdır" diyor. Cumhuriyet Türkiye'sinin kurucusu Atatürk: "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" derken Kuran ve peygambere gönderme yapıyor. Ve evet, Kur'an'daki 60 ayet, akıl ve önemine vurgu yapıyor.

 

Millet olarak, 1550'lerde olduğu gibi, yeniden bilime sırtımızı döndüğümüz anda sürünmekten kurtulamayacağız. Biliyor musunuz, Orta Asya’dan Anadolu’ya en son gelen bilim adamı, 1403-1474 yılları arasında yaşamış astronum, matematik ve dil bilimci Ali Kuşcu Semerkandi’dir. (1449)

 

Osmanlı Devlet yönetiminde Töre’den ayrılma Fatih Sultan Mehmet’le başlamış (1432 – 1481), II. Beyazıd ve Yavuz Sultan Selim ile devam etmiş, Kanuni zamanında zirve yapmıştır. Başlaması, “Devletin devamı için kardeş katline izin veren Fatih Kanunnamesi’dir.” O tarihte geçerli Töre İslam Hukuku olup, İslam’a göre “sebepsiz, suçsuz insan öldürmek bütün insanlığı öldürmeye eş” sayılmıştır.

 

Bu başlangıç ve sonrasındaki benzeri uygulamalar, II. Beyazıd ve Cem Sultan mücadelesi ile birlikte, Osmanlı Tahtı’nda oturan padişahın meşruiyeti konusunda kendisine destek veren bir ilmiye sınıfı yaratma ihtiyacını doğurmuştur. Bu ihtiyaç 1517 yılında Mısır’dan getirilen ulemanın yorumlarında bulunmuş; İslam’ın Maturidi yorumu terk edilerek, Eşari esaslar Devlet katında kabul görmüş, yerleşik esaslar haline getirilmiştir.

 

Öyle ki o çağda neredeyse halkının tamamına yakını okur yazar olan ve 1492 yılında Hıristiyan Dünya’nın saldırılarına yenilen Endülüs’ün çağrılarına uzun süre duyarsız kalınmış; sonra da Endülüs Yahudileri Selanik ve İstanbul’a getirilirken, Endülüs Müslümanları’nın sadece bir kısmı Kuzey Afrika’ya götürülmüş(!); kalanının kılıçtan geçirilmesine, sadece Granada meydanında 1.000.000 cilt kitabın yakılarak yok olmasına göz yumulmuş, sebep olunmuştur.

 

Bu gelişmelerde pek çok mazeret sayılabilir. Ama Endülüs’ün de Türk Dünyası gibi, İslam’ın Maturidi yorumunu benimseyip yaşayan bir topluma sahip olduğu gerçeği, inkar edilemez.

 

Maturidi yorum sonuçta, “adil olmayan emire isyanı haklı gören bir anlayış barındırır”. Oysa Osmanlı yönetimi, İslami esas ve kurallardan ayrılmış olmakla, yaptıklarını meşrulaştıracak bir ilmiye sınıfına ihtiyaç duymaktadır. Onlara bu fetvayı verebilecekler, İslam’ı Eş’ari bakışıyla yorumlayanlardır.

 

İslam’daki, “şartları olgunlaştığında 4 kadınla evlenebilme izni” ile yetinmeyip -ki o şartlardan birincisi mevcut nikahlı eşin rızasının alınması olup normal halde, bu bile imkansızdır- harem oluşturup onlarca cariye edinmek, kendisine karşı gelebilecek herkesin sorgusuz sualsiz kellesini almak, v.b. İslam Hukuku’na aykırı uygulamalar başka türlü meşrulaştırılamazdı.

 

Bu durum beraberinde ve sonucunda bilimsel gerilemeyi, yobazlığı, akıldan ve bilimden uzaklaşmayı, nihayetinde milletler topluluğu içerisinde gerilerde kalmayı getirmiştir.

 

İşte şimdi bizden, 90 yıllık “muasır medeniyet seviyesinde olan Milletler’e ulaşmak ve onların önüne geçmek” gibi bir hedeften vazgeçmemiz isteniyor.

 

İnanıyorum ki Türk Milleti’nin henüz basireti bağlanmamıştır. Millet bu tuzağı görecek ve bu tuzağa düşmeyecektir.

 

Önümüze konulan Anayasa taslağı tam da budur.



435 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

YEREL SEÇİMLERDE TARSUS - 02/09/2023
YEREL SEÇİMLERDE TARSUS
ANCAK YARASALAR KORKAR IŞIKTAN - 14/02/2023
ANCAK YARASALAR KORKAR IŞIKTAN
DEPREMDE BİZ NEYİN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ? - 08/02/2023
DEPREMDE BİZ NEYİN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ?
NE KADAR ÖZLEMİŞİZ BÜTÜNLEŞMEYİ? - 13/09/2022
İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer’i oldum olası sevmem… Türk vatandaşı olsa da, Türkiye’de yaşasa da kendisini, Türk kültüründen daha çok kadim Yunan kültürüne yakın saydığını, milli bir çizgide olmadığını görüyorum.
NEDİR MİLLİ SİYASET -2- - 25/07/2022
Mustafa Kemal Paşa’nın daha 1923 yılında söylediği aşağıdaki sözleri onun, yolun en başından itibaren ‘Milli Siyaset’ düşüncesine sahip olduğunu gösterir:
NEDİR MİLLİ SİYASET ?(1) - 15/07/2022
Son yarım yüzyılda ülkemizin savrulduğu mevcut durumun iç ve dış “hareket ettiricileri”, onların planları, uygulamaları ve geldiğimiz yer, iyi incelenmeli ve doğru teşhis edilmelidir.
YENİDEN MİLLİ SİYASET 2 - 05/07/2022
1821 Mora kalkışması ile başlayan ve 7 Ekim 1912 / 30 Mayıs 1913 arası sekiz aylık dönemde kaybettiğimiz Balkanlarda, Türk kırımının zirveye ulaştığını; Osmanlı’nın bu 90 (doksan) yıllık geri çekilme döneminde 2.500.000 Türk’ün kırıma uğradığını, 8.0
YENİDEN MİLLİ SİYASET 1 - 04/07/2022
(“Yeniden milli Siyaset” yayın hazırlıkları yaptığım kitabımın adıdır. Kitabın “Sonsöz” Bölümünü okuyucularımla paylaşmak istedim.)
AYDIN PARTİCİLİĞİ - 01/06/2022
[ Bilirsiniz bizim kültürümüzün bir parçası olan sözlü halk edebiyatımızda Hz. Süleyman, “Kuş dili bilen,” olarak anlatılır. Hz. Süleyman ile kanadı kırık bir kuş arasında geçtiği söylenen öykü, “İnsanlar ders alsınlar,” diye tekrarlanır, kuşaklar bo
 Devamı
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516