Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam378
Toplam Ziyaret1663831
Yılmaz Aydoğan
yaydogan33@gmail.com
EMPERYALİZMİN KISKACINDA TÜRK TARIMI - 3
27/04/2018

 

 

TARIM BAKANLIĞI’NIN ELE GEÇİRİLMESİ

Tarım Bakanlığı ABD tarafından tam olarak ele geçirilmesi gereken kurumlar arasındadır. Bu sayede, ana plan doğrultusunda değiştirilen beslenme biçimine göre, söz konusu ülkede tarımsal üretim bir yandan frenlenir, öte yandan da başka alanlara kaydırılır ve niteliği değiştirilir. 

Örneğin Türkiye, Kurtuluş Savaşını takiben Batılı ülkelerin beklentilerinin aksine, uyguladığı milli içerikli tarım politikaları sayesinde, kısa zamanda toparlanmaya başlamış ve bölgede önemli bir tarım ürünleri ihracatçısı durumuna gelmişti. Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü sonrası, 1950’lerin başında Türkiye NATO’ya alınmış, başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere Milli Savunma ve Tarım Bakanlıkları Amerikalı uzmanlar ile dolmuştur. Bir yandan eğitim, KGO nın istediği şekilde yeniden şekillendirilirken; Türk Ordusu’nun subayları ABD ye ve NATO merkezlerine çekilerek çeşitli kademelerdeki eğitimlerden geçirilmiş; ordu içerisinde bir takım paralel örgütlenmelerin alt yapısı hazırlanmaya başlanmıştır. 

Tarım Bakanlığı’na yerleşen “uzmanlar” da Türkiye için ABD de belirlenmiş tarım politikalarını adım adım hayata geçirmeye başlamışlardı. Ayrıca, ülkenin kendi sosyal yapısı ve öz kaynakları üzerine yapılandırılmış milli tarım politikalarının oluşturulması ve uygulanması ile görevli kadrolar, ABD ye götürülerek “eğitilmişler” ve etkilenerek “endüstriyel tarım” politikalarının takipçileri olarak geri yollanmışlardır. 

O yıllarda bu şekilde “beyinleri yıkanmış” yerli(!) uzmanların girişimleri ile ilk defa pazara “Vita” markası ile yemeklik; “Sana” markası ile kahvaltılık margarinler girdi. Uluslar arası dev bir gıda şirketi olan Unilever böylece geleneksel olarak zeytinyağı ve tereyağı ile, özünde sağlıklı beslenen Türk halkına, margarini “sağlıklı ve modern” diyerek dayatmış ve yutturmuş(!) oldu. 

Neticede önemli bir zeytinyağı üreticisi olan Türkiye’de on binlerce verimli zeytin ağacı kesilmiş, yerini ithal bitkisel yağlar almıştır. Ülkemiz ABD ye bağlı tarım holdinglerinin ürünlerine açık bir pazar haline getirilmek üzere dönüştürülmeye başlanmıştır. 

“Daha bol ve kaliteli ürün” mavalları ile, diğer bir stratejik ürün olan buğday, yeni tohum cinsleri ve üretim biçimleri ile, ABD yönlendirilmelerine göre üretilmeye başlanmış; sonuç olarak üç beş yıl içerisinde, buğday ihraç eden Türkiye, ABD’den buğday ithal eder duruma gelmiştir. 

TARIM SAVAŞINDA TOHUMUN ÖNEMİ

Hedef ülkede KGO tarafından oluşturulan, “tarımda dışa bağımlılığın gelişimi” sürecinde “tohum”, hayati derecede belirleyici olmaktadır.

 

Tarım Savaşı’nda sonucu belirleyen, hedef ülkelerde yüzlerce yılda oluşmuş, makul ve mükemmel işleyen geleneksel tarım üretiminin, Batının “Kitlesel/Endüstriyel Tarım” yöntemlerine göre yeniden yapılandırılmasıdır.

 

Ülkedeki tahılın fiyatları dış piyasalara göre şekillenmeye başladığında, çiftçi devamlı olarak, daha geniş alanlarda, daha az çeşidi, daha kitlesel olarak üretmeye zorlanır. Ürün miktarı başlangıçta artsa da, ürün çeşitliliği kaybolmaya başlamıştır. Bu durum çiftçiyi ürünü elden çıkarabilmek için resmi alım kurumları ya da tüccarların kapılarında sürünmeye mahkum eder. Malını teslimden sonra da, aynı kapılar önünde, parasını alabilmek için dilenci pozisyonuna düşürülür. Giderek bankalara ya da tefecilere borçlandırılır.

 

En önemlisi de, hibrid veya transgenetik (genetiği değiştirilmiş) tohum kullandığından, kendi ürününden tohumluk ayıramaz hale gelir. Batılı şirketlerden alınan bu tohumluklar kısırlaştırılmıştır. Her sene yeniden tohum almaya zorlanır. Böylece, çiftçi artık KGO nın kanunlarının hükmettiği “Dünya Pazarı” için çalışmaya başlamıştır.

 

Hibrid tohumlar başlangıçta yerli tohumlara göre rekolte olarak daha verimli olsalar da, kısa zamanda süratle verimlilikten düşer ve gübreleme ihtiyacı baş gösterir. Kimyasal gübre gereksinimi çiftçi için yeni bir masraf kapısıdır. Buna ilave bir sorun da, gittikçe artarak kendini dayatmaya başlayan, haşere ve hastalıklarla mücadele etme mecburiyetidir. Geleneksel tarımda hiç adı duyulmamış haşere ve hastalıklara karşı bir yığın tarım ilacı ile sonu tahmin edilemeyen bir mücadele başlar.

 

Tohumla başlayan bağımlılık; beraberinde kimyasal gübre ve tarım kimyasalları olan insektisit, herbesit ve fungusitlere bağımlılığı getirir. Kitlesel üretim, küçük çiftçinin gücünü aşan tarımsal mekanizasyona (yeni ve güçlü tarım makinelerine) ihtiyaç doğuracaktır. Tarımda yaratılan bu bağımlılık, geleneksel çiftçilerin direniş potansiyelini yok eder. Kırsalda yaşayan ve üreten bu insanları şehirlerin “getto”larına sürer.  Ülkenin tarımsal üretim potansiyelini uluslar arası büyük tarım holdinglerinin ürün ve kararlarına boyun eğmeye zorlar.

 

 Bölgenin kendine özgü tohumları 5-10 yıl boyunca ardı ardına ekimi yapılmayınca, bir daha geri gelmemecesine, kaybolup giderler. Bu tohumların kaybı o ülkenin bağımsızlığı açısından en önemli stratejik güç kaynağının yitirilmesi demektir. Çiftçinin bu süreç sonunda kazanç sağlayıp sağlayamadığı ile kimse ilgilenmez. Ancak o, tohum, gübre ve tarım ilaçları borcunu ödemek zorundadır. “Borçları yeniden yapılandırılarak”, borcunu borçla ödemeye başlar. Bir kısır döngü içerisindedir.

 

Bir gün dayanma gücü tükendiğinde, elindeki babadan kalma topraklarını fırsatçılara kaptırmaya mecbur edilmiştir. KGO na bağlı kuruluşlar tarafından sinsice yürütülmekte olan, “küçük çiftçi arazilerinin toplanarak Endüstriyel Tarım arazisine dönüştürülmesi” aşaması, sistemin dönüm noktasıdır.

 

Sonuçta geleneksel çiftçiye, kendisine ve ülkesine yaşama gücü veren geleneksel tarım yöntemleri ve bu yöntemlere uyum sağlamış yöresel tohumlukları kaybettirilmiş ve o, bir borç ve çaresizlik sarmalı içerisinde kendisini boğan, “endüstriyel tarım tuzağına” bir daha asla çıkamamacasına, çekilmiştir.

 

 

DEVAM EDECEK.

 

 

 



471 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

YEREL SEÇİMLERDE TARSUS - 02/09/2023
YEREL SEÇİMLERDE TARSUS
ANCAK YARASALAR KORKAR IŞIKTAN - 14/02/2023
ANCAK YARASALAR KORKAR IŞIKTAN
DEPREMDE BİZ NEYİN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ? - 08/02/2023
DEPREMDE BİZ NEYİN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ?
NE KADAR ÖZLEMİŞİZ BÜTÜNLEŞMEYİ? - 13/09/2022
İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer’i oldum olası sevmem… Türk vatandaşı olsa da, Türkiye’de yaşasa da kendisini, Türk kültüründen daha çok kadim Yunan kültürüne yakın saydığını, milli bir çizgide olmadığını görüyorum.
NEDİR MİLLİ SİYASET -2- - 25/07/2022
Mustafa Kemal Paşa’nın daha 1923 yılında söylediği aşağıdaki sözleri onun, yolun en başından itibaren ‘Milli Siyaset’ düşüncesine sahip olduğunu gösterir:
NEDİR MİLLİ SİYASET ?(1) - 15/07/2022
Son yarım yüzyılda ülkemizin savrulduğu mevcut durumun iç ve dış “hareket ettiricileri”, onların planları, uygulamaları ve geldiğimiz yer, iyi incelenmeli ve doğru teşhis edilmelidir.
YENİDEN MİLLİ SİYASET 2 - 05/07/2022
1821 Mora kalkışması ile başlayan ve 7 Ekim 1912 / 30 Mayıs 1913 arası sekiz aylık dönemde kaybettiğimiz Balkanlarda, Türk kırımının zirveye ulaştığını; Osmanlı’nın bu 90 (doksan) yıllık geri çekilme döneminde 2.500.000 Türk’ün kırıma uğradığını, 8.0
YENİDEN MİLLİ SİYASET 1 - 04/07/2022
(“Yeniden milli Siyaset” yayın hazırlıkları yaptığım kitabımın adıdır. Kitabın “Sonsöz” Bölümünü okuyucularımla paylaşmak istedim.)
AYDIN PARTİCİLİĞİ - 01/06/2022
[ Bilirsiniz bizim kültürümüzün bir parçası olan sözlü halk edebiyatımızda Hz. Süleyman, “Kuş dili bilen,” olarak anlatılır. Hz. Süleyman ile kanadı kırık bir kuş arasında geçtiği söylenen öykü, “İnsanlar ders alsınlar,” diye tekrarlanır, kuşaklar bo
 Devamı
AlışSatış
Dolar32.256532.3857
Euro34.999135.1393