Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi6
Bugün Toplam179
Toplam Ziyaret1663632
Yılmaz Aydoğan
yaydogan33@gmail.com
ATATÜRK ÖLDÜRÜLDÜ MÜ? (1)
20/11/2021

 Türk milletini, son iki yüz yılda Batılıların gözündeki “Hasta Adam” görüntüsünden kurtararak uygar bir toplum; Türk Devletini dostluğuna heves edilen, düşmanlığından çekinilen saygın bir devlet haline getiren Büyük Dahi Atatürk’ün genç denilebilecek bir yaşta ölümü, sevenlerini kahredecek boyutta üzerken sevmeyenlerin gizli sevinçlerine yol açmıştır. Emperyalist çevreler, “diktatör” olarak gördüklerinden, O’nun ölümü sonrası kurucu kadronun aralarında hizipleşerek dağılacağı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de yıkılacağı beklentisindeydiler.

 Oysa Atatürk ve arkadaşları kuralları belirlenmiş, kurumları olgunlaşmış ve oturmuş modern bir Cumhuriyet kurmuşlardı. Yeni devlet kişilere bağımlı değildi, millete mal olmuştu. O sırada yurtdışında büyükelçi olarak bulunan Yakup Kadri Karaosmanoğlu şöyle yazmıştı:

 “Yalnız düşmanlarımız değil, dostlarımız bile ‘O gidince ne yapacaksınız?’ diyorlardı. Bu endişenin sebebini Kemalist rejimin diktatörlüklerle karıştırılmış olmasında aramalıdır. Batan diktatörlükler şahsi idarelerdir ve başa geçen insanın kuvvetinden başka bir kanuna veya müesseseye dayanmadıkları için diktatörlerin ömrüyle birlikte nihayet bulurlar. Halbuki Atatürk bir diktatör değil, inkılapçı bir devlet kurucu idi.”

 Ölümünün resmen duyurulduğu günü takip eden 11 Kasım 1938’de Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanarak, kanunlarda tanımlanmış uygun nitelikleri taşıyan Malatya Milletvekili eski Başbakan İsmet İnönü’yü, oybirliğiyle Cumhurbaşkanı seçti.

 Doğaldır ki bu erken ölüm zamanla, bir takım kuşkuların ve suikast iddialarının dile getirilmesine yol açmıştır. İddialara geçmeden önce Atatürk’ün 1935 yılında, Yahudi dininin bir tarikatı olan ve “yer altı teşkilatı” prensiplerinde ve yasal dernek statüsünde çalışan, pek çok devlet ricalinin de üyesi oldukları Türkiye’deki Mason Locaları’nı, faaliyetlerini “Devlet karşıtı ve tehlikeli” görerek, kapattığını hatırlayalım.

 Öne sürülen suikast iddialarının başında, “Tedavi ekibini oluşturan doktorların, Prof. Dr. Mim Kemal Öke ve yurt dışından çağrılan Prof. Dr. Fischenger dâhil olmak üzere, Mason Locası üyesi oldukları; hastalık belirtilerinin ilk görüldüğü andan itibaren tedavinin yanlış yönlendirildiği ve bilerek yanlış ilaçlarla karaciğerin iflas ettirildiği; sağlıklı bir insana bile sıtma ilacı olarak kullanılan kininden 43 (kırk üç) adet verilse karaciğerinin iflas edeceği,” iddiası gelmektedir. 

Mustafa Kemal Atatürk ilk hastalık belirtileri başlayınca, “Beni Türk doktorlara emanet ediniz,” uyarısında bulunmuştu. Ama nedense Atatürk’ün bu uyarısına gerekli duyarlılık gösterilmedi. “Tıbbın en ileri tedavi yöntemlerine ulaşabilmek,” adına hasta yatağının çevresi yabancı hekimlerle donatıldı… Bu tedbirleri kararlaştıran ve uygulayan Başbakan Celal Bayar, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam’ın da mason oldukları bilgisini, “Masonluğun dernekçilikten öte, devletlerin yönetim kademelerine yerleşerek Yahudi asıllı para babalarının çıkarlarını güden bir Yahudi Tarikatı olduğu,” bilgisiyle birlikte bir kenara not edelim.

 Varnalı bir Bulgar Musevisi ve Mason Örgütü üyesi olarak bilinen Avram Benaroyas, Yunanlı komünistlerin yayın organı Laiki Foni (Halkın Sesi) gazetesinin 1 Ağustos 1948 tarihli sayısında yazdığı anılarında şöyle der: “1937 yılının ortalarında, ismini açıklayamayacağım bir doktor, bazı şöhretlere dayanarak Atatürk’e ilk darbeyi sinir organlarını zaafa düşürmek sureti ile indirdi. Etrafında çember meydana getirdiğimiz ‘Sarı Önder’ kendiliğinden bu çemberin içine girip hayatını bize teslim etti.”

 Benaroyas’ın iddiasının yankıları sürerken bu kez yine Yunanistan’da yayımlanan Laiki Metopo (Halk Cephesi) gazetesinde aynı konuda bir dizi yazı yer aldı. O dizi yazıda, “Dr. Abrevaya ve Fischenger cidden bu işte özveriyle çalıştılar,” denilmektedir. Söz konusu edilen Prof. Dr. Samuel Abrevaya İzmir doğumlu olup ve Türk vatandaşıdır. Paris’te tıp öğrenimi gördü, Atatürk’ün sağlığında iki dönem Niğde Milletvekilliği yaptı. Prof. Dr. N. Fissenger ise hükümet tarafından Paris’ten getirildi.

 31 Temmuz 1938 günü Viyana’dan gelen Prof. Dr. Eppinger ve ertesi gün Almanya’dan getirilen Prof. Dr. Bergmanda bir araya gelerek “damar tıkanıklığı” gerekçesiyle Atatürk’e Salygran şırıngası uygulamaya karar verdiler ve uyguladılar… Cıvalı bir ilaç olan Salyrgan’ın ağır ağır bedeni zehirleyerek ölüme neden olduğu savunulmaktadır… Nitekim 24 Ağustos 1938’deki bu tedavinin işin dönüm noktası olduğu, Atatürk’ün o tedaviden sonra “tamamıyla başka şahsiyete dönüşmesinden” belli olmuştu.

 Paris’ten getirilen ilaçların bünye tarafından kabul edilmediğini ve hastalığın arttığını anılarında anlatan Prof. Dr. İrdelp; “Paris’te ilaç alınan 54 Reu Faubourrg Sainet Honere adresindeki firmanın Dr. Fissenger ile olan bağlantıları nedir?” diye sormuştur…

 Zehirlendiğini anlamıştı Atatürk… Manevi kızı Afet İnan’a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu: “Afet, vaziyetim şudur: Bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir… Hükümet benim reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissinger’i getirtti. …” 

 Prof. Dr. Fissenger’in 8 Eylül 1938 tarihinde yaptığı muayeneden sonra Atatürk’ün Türk doktorlarından, Atatürk’ün manevi kızı Nebile’yle evli Prof. Dr. Ömer Neşet İrdelp ile birlikte düzenledikleri rapor uzun yıllar sonra ortaya çıktı… Teşhisler farklıydı. Fissenger, İrdelp’ten farklı bir teşhiste bulunmasına karşın Atatürk’ün resmi ölüm raporuna, diğer doktorlarla aynı görüşteymişçesine imza attı... 

Öldükten sonra Atatürk’ün otopsisi ya da biyopsisi yapılmamıştır. İşte bu noktalar, “Acaba saklanan bir gerçek mi vardır?” sorusunu akla getiriyor.

 Ceyhan Mumcu’nun 16.10.2005 tarihinde Mahiye Morgül’e anlatımından öğreniyoruz ki: “Bir deniz tabip albayının Atatürk’ün ölümü hakkında yapmış olduğu bir doktora tezi var. Orada Atatürk’e yanlış tedavi uygulandığı anlatılmaktadır. Atatürk sanıldığı gibi siroz hastası değildi. Atatürk’e sıtma tedavisi yapılmış, aşırı “kinin” yüklenmiş ve karaciğeri bu yüzden iflas etmiş, siroza dönüşmüştü. Tedaviyi yapan doktor mason locası üstadı azamlarından Dr. Mim Kemal Öke’dir. “ 

DEVAM EDECEK….



275 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

YEREL SEÇİMLERDE TARSUS - 02/09/2023
YEREL SEÇİMLERDE TARSUS
ANCAK YARASALAR KORKAR IŞIKTAN - 14/02/2023
ANCAK YARASALAR KORKAR IŞIKTAN
DEPREMDE BİZ NEYİN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ? - 08/02/2023
DEPREMDE BİZ NEYİN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ?
NE KADAR ÖZLEMİŞİZ BÜTÜNLEŞMEYİ? - 13/09/2022
İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer’i oldum olası sevmem… Türk vatandaşı olsa da, Türkiye’de yaşasa da kendisini, Türk kültüründen daha çok kadim Yunan kültürüne yakın saydığını, milli bir çizgide olmadığını görüyorum.
NEDİR MİLLİ SİYASET -2- - 25/07/2022
Mustafa Kemal Paşa’nın daha 1923 yılında söylediği aşağıdaki sözleri onun, yolun en başından itibaren ‘Milli Siyaset’ düşüncesine sahip olduğunu gösterir:
NEDİR MİLLİ SİYASET ?(1) - 15/07/2022
Son yarım yüzyılda ülkemizin savrulduğu mevcut durumun iç ve dış “hareket ettiricileri”, onların planları, uygulamaları ve geldiğimiz yer, iyi incelenmeli ve doğru teşhis edilmelidir.
YENİDEN MİLLİ SİYASET 2 - 05/07/2022
1821 Mora kalkışması ile başlayan ve 7 Ekim 1912 / 30 Mayıs 1913 arası sekiz aylık dönemde kaybettiğimiz Balkanlarda, Türk kırımının zirveye ulaştığını; Osmanlı’nın bu 90 (doksan) yıllık geri çekilme döneminde 2.500.000 Türk’ün kırıma uğradığını, 8.0
YENİDEN MİLLİ SİYASET 1 - 04/07/2022
(“Yeniden milli Siyaset” yayın hazırlıkları yaptığım kitabımın adıdır. Kitabın “Sonsöz” Bölümünü okuyucularımla paylaşmak istedim.)
AYDIN PARTİCİLİĞİ - 01/06/2022
[ Bilirsiniz bizim kültürümüzün bir parçası olan sözlü halk edebiyatımızda Hz. Süleyman, “Kuş dili bilen,” olarak anlatılır. Hz. Süleyman ile kanadı kırık bir kuş arasında geçtiği söylenen öykü, “İnsanlar ders alsınlar,” diye tekrarlanır, kuşaklar bo
 Devamı
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516