Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam280
Toplam Ziyaret1836289
M. Demirel Babacanoğlu
karaisalihaber@hotmail.com
ZONG ZONG ZONGULDAK (öykü)
13/07/2020

Uzun boylu bir öğretmenimiz vardı. Sert bakışlı, az gülen biriydi. Neden, ne zaman olduğunu bilmediğimiz, soramadığımız yüzündeki şark çıbanı izi hep gözümüze çarpardı. Bu iz ayrıca, öğretmenimizi daha da sert gösterirdi. Gülüşünü bile örterdi zaman zaman. Ah yüzündeki şu çıban izi olmasa  diye düşündüğümüz çok olmuştur. Bununla birlikte, sevecen yanı, bizi koruyup kollayan yanı ağırlıktaydı. Beş sınıfı birlikte okuturdu. Sınıfa girdiği zaman öğrencilerinin yüzüne teker teker bakar, onları incelerdi. Her birinin ne gibi sorunları olduğunu anlamaya çalışırdı. Hiçbir öğrenci, o sınıfta bulunduğu sırada, gülemez, konuşamaz, yılışamazdı. O, her sınıfla ilgilenirdi. Bir sınıfla ders yaparken, diğer sınıfları ödevlendirirdi. Verdiği ödevleri kesinlikle izlerdi. Ders yaptığı sınıfa beş-on dakikalık bir ödev verir, önceki ödevlendirdiği sınıfların çalışmasını gözden geçirirdi. Böylelikle hiçbir sınıf kaytaramaz, ders çalışmazlık edemezdi. Sınıfların içinden böyle bir çıktığında şiddetle cezalandırılırdı.

Son dersten beş dakika kadar önce çıkardı. Bize de:

“Çocuklar zil çalınca çıkınız, evinize gidiniz, iyi akşamlar” derdi.

Biz ona büyük bir sevgiyle:

“Sağol” derdik.

Dersten çıktıktan sonra nereye gittiğini bilemezdik. Ama şunu iyi bilirdik: Bir yerlerde durur, kendi görünmez, bizi görürdü. Böylece ne yaptığımızı izlerdi. Ertesi gün, yaptığımız yaramazlıkların hesabını kesinlikle bizden sorardı. O nedenle eve gidene dek çok dikkatli olurduk. Yaramazlık yapmaya vakit bulamazdık. Oynayamaz, bağıramaz, konuşamazdık.

Akşam kesin birimizin evinde olurdu. Evde ders çalışıp çalışmadığımız izlenirdi. Velilerimiz bu konuda, öğretmenimize yardımlarını esirgemezlerdi. Onun evlerimize geldiğini kesinlikle bizlere söylemezlerdi. Böylece, kimin evinde, hangi saatte olacağını bilemediğimiz için, ders çalışmazlık edemezdik. Oyun oynayamazdık. Birbirimizle şakalaşamazdık bile. Önemli bir işimiz olmadıkça sokağa çıkamazdık. Oyun oynayamazdık. Ertesi gün, bir eksiğimiz, bir yanlışımız olmuşsa, onları ilkin yüzümüze vurmazdı;  sorular sorardı. Soruların yanıtını bilemeyince:

“Ha sen köşe başında ne yapıyordun?”

“Ha sen yolda niye  koşuyordun?”

“Ha sen arkadaşına ne diyordun?”

“Ha sen Dikilağaç Tepesi’nde  ne arıyordun?”

“………….”

diye durmadan  arka arkasına sorular sıralardı. Soruları bilmeyinceye kadar sorardı. Sonunda dayak yemekten kurtulamazdık. Yani soruların yanıtı yaramazlıkla ölçülemezdi.

Ondan izin olmadan, köydeki düğünleri izleyemezdik. İzin verse bile sınırlı izin verirdi. “Gündüz izleyeceksiniz, akşam evde olacaksınız” derdi.

Akşamları bizi düğün yerinde izlemek için de giyenek değiştirirdi. Akşam eve gitmemiş, düğünü izliyorsak, onunla birlikte izlemişizdir. Devrisi gün onları teker teker tahtaya kaldırır, sınava çekerdi. “Getir bakalım verdiğim ödevleri” derdi. İyice incelerdi. Bir eksiğimiz. Bir gediğimiz varsa, vay halimize.. Sınıfımızdaki İsrafil hepimizden çok ödev yapardı. Biz bir sayfa yazmışsak, o üç sayfa yazmış olurdu. Öğretmenimiz de İsrafil’in çalışmalarını ölçü alırdı. Ödevi az

yapanlara: “İsrafil beş sayfa yazmış, sen neden üç sayfa yazdın?” derdi, girişirdi sopayla dövmeye. Çalışanları gördükçe de:

“Dayak cennetten çıkma” derdi.

Her derste mutlaka tahtaya çıkarılırdık, sorularla cevaplarla dersi işlerdik. Bir gün coğrafya dersinden harita başına çıkarılmıştık.

“Pamuk nerede yetiştirilir?”

“Çukurova’da.”

“İncir?”

“Aydın’da.”

“Tahıl?”

“Konya’da.”

“………….”

Neyin nerede yetiştirildiğini, çıkarıldığını anında haritada gösteriyorduk. Gösteremeyenlerimiz olursa da, o yeri kenti buluncaya dek başına, omzuna değnekleri yerdi. Bir gün böyle bir ders işliyorduk. Cabbar adında  bir arkadaşımız harita başındaydı. Öğretmenimiz kömür madeninin nereden çıkarıldığını soruyordu. Zavallı Cabbar, Zonguldak’ı haritadan bir türlü gösteremiyordu. Deynekler başına bir inip bir kalkıyordu. Bir yerden eliyle başını saklıyor, bir yerden de parmağıyla Zonguldak’ı arıyordu.

“Zong… Zong…”

diyordu ama bir türlü  parmağını Zonguldak üstüne bastıramıyordu.  Her “Zong” demede başına bir değnek iniyordu. Sonunda:

“Zong…  Zong… Zonguldak” dedi, parmağını Zonguldak üzerine yerleştirdi. Değnek durdu.

Öğretmenimiz “aferin” dedi.

 

 

 



501 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

HAYRETTİN İVGİN DERGİLERİ - 02/12/2024
HAYRETTİN İVGİN DERGİLERİ
ÖĞRETMENLERİM - 26/11/2024
ÖĞRETMENLERİM
Öğretmenler günü kutlu, mutlu olsun… - 26/11/2024
Öğretmenler günü kutlu, mutlu olsun…
ATATÜRK ÖLDÜ MÜ - 09/11/2024
Yazan: M. Demirel Babacanoğlu
GEÇMİŞTEKİ BEN…/ Öykü - 24/10/2024
GEÇMİŞTEKİ BEN…/ Öykü
OKULLARDA TEMİZLİK - 19/10/2024
OKULLARDA TEMİZLİK
CEM SULTAN - 09/10/2024
CEM SULTAN
UYKUSUZLUK ÖYKÜSÜ - 06/10/2024
UYKUSUZLUK ÖYKÜSÜ
YAŞAM BU BUDEĞİL Mİ - 05/08/2024
YAŞAM BU BU DEĞİL Mİ
 Devamı
AlışSatış
Dolar34.778434.9178
Euro36.529236.6756