Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam173
Toplam Ziyaret1663626
Oğuz Adem Selçuk
karaisalihaber@hotmail.com
BAYRAMIN HATIRLATTIKLARI
18/10/2013

 

Bayramlar geldiğinde, “Nerede O Eski Bayramlar?” diyerek söze koyuluruz ve maziye gömdüğümüz gelenek ve görenekler, hatıralar, geçmişte yaşadığımız güzel günler gelir aklımıza.

Köylü, kendi coğrafyasının sınırları içerisinde; şehirli, kendi gürültülü yaşantısının telaşı ve başka kültürlerin etkisi altında bir başka şekilde kutlar bayramı.

Eskiden bayramlarda, Postane önlerinde sergilenen tebrik kartlarından seçip dost, akraba ve arkadaşlara göndermek, ilk işlerimizden biri olurdu.

Oysa bugün, tebrik kartlarının yerini telefonlaşma veya mesajlaşma almış durumda. Özellikle cep telefonları, birçok geleneksel ve töresel değerlerimizi alıp götürdüğü gibi, mektup yazma, tebrik gönderme gibi alışkanlıklarımızı da bitirdi.

Eski bayramlarda, tebrik göndereceğimiz kişinin yaşına, cinsiyetine, akrabalık durumuna, eğitim seviyesine, onun ruhsal dünyasına uygun tebrik kartları veya bir başka şehre göndereceksek bulunduğumuz kentin özelliğini taşıyan manzara resimlerini seçer, arkasına çok süslü cümleler kurarak ve yazışma kurallarına uyarak bir tebrik metni yazıp, postaya verirdik.

Postaya vermek de öyle çok kolay olmazdı. Postane gişelerinin önlerinde uzun kuyruklar oluşurdu. Posta pulunu alıp, dilimizle arkasını yalayıp, zarfın sağ üst köşesine yapıştırıp posta kutusuna atmak veya memura teslim etmek öyle kolay değildi. İtişe kakışa o izdihamı yaşamak gerekirdi.

Bugün, bunlar yok artık. Ve bugünkü gençler, böyle şeyler yaşamıyorlar, daha doğrusu yaşayamıyorlar. Birçok genç, belki de posta pulunu, zarfın hangi köşesine yapıştırması gerektiğini bile bilmiyordur. Aslında çok şeyleri yaşamaktan mahrum kaldıklarının farkında değiller. Örneğin süslü cümleler kurmayı, kelimelerle uzakları yakın etmeyi ve muhatabını beklenmedik şekilde sevindirmeyi pek bilemiyorlar.

Bu bayramda, bayramın birinci günü çocuklarım ve torunlarımla biraraya geldiğimizde hem çocukluğumdaki, hem gençliğimdeki ve hem de memurluğumdaki bayramları gözümün önüne getirdim. Bu arada bir şekilde maziye gidip geldim, çocukluk ve gençlik arkadaşlarımı hatırladım.

Gece, başımı yastığa koyduğumda ömrümün 60 yıllık bayram tablosu gözümün önüne geldi. Genellikle yılda iki bayram yaşadığımıza göre 60 yılda 120 bayram görmüş olmam gerekir. Bayramları, Ay Takvimine (Kameri) göre kutladığımızı düşünürsek belki bazı yıllar, iki bayramı birlikte idrak etmemiş olabiliriz. Onun için tam olarak 120 bayram yaşamamış da olabilirim.

Ancak ben, yaşadığım bu kadar bayramdan herhâlde 100 veya 110 kadarını net olarak değilse bile, bir şekilde hatırlayabiliyorum. İlkokul öncesi bayramlarla ilgili hafızamda yer etmiş bir bayramdan pek söz etmem mümkün değil gibi.

Birçoklarının anlattığı gibi bayram için alınan ve arefe gecesi birlikte yatılan ayakkabılarım olmadı mesela. Böyle bir dayanılmaz sevinci hiç hatırlamıyorum. Yeni gömlek, yeni şalvar giydiğimi de hatırlayamıyorum.

Ama ilkokul çağımdaki güzel bayramları da hiç unutamıyorum.

O zamanlar köyümüzün tek bir camisi ve tek bir ilkokulu vardı. Cami ve okul yanyanaydı. Cuma ve Bayram Namazları, bütün köylülerin toplanmasıyla bu camide kılınırdı. Bayramlarda çoluk-çocuk herkes camiye geldiğinden sıradışı bir kalabalık oluşur, izdiham yaşanırdı ve cemaat, birbirlerinin üzerine secde ederek namaz kılardı.

Bayram Namazı kılındıktan sonra: Oruç Bayramı ise; herkes , “azık çaputu” denilen peştamallar içinde getirdiği yufka ekmekleri, -peştamalı, cami civarı veya okul bahçesinde yere sererek ve - “çerçiden” aldığı helva ile “sokum” ederek yerler, birbirlerini sofraya “buyur “ederlerdi. En çok sevdiğim bu anı yaşamak için ben de sahurda kalkar, babam ile birlikte Yağıbasan Camiine giderdim. Hemen herkes birbirini görüp, bayramlaşırlardı. Elini öptüğümüz büyükler, o vakitler, para vermezler, onun yerine şalvar cebinden çıkardıkları şekerleme, yer fıstığı veya şekerle kaplanmış leblebi gibi şeyler verirlerdi. Köyün içindeki küçücük dükkânını kapatan çerçiler, at ile buraya taşınırlardı. Şeker sucukları, rengârenk şekerlemeler, leblebiler, kabuklu yer fıstıkları en çok satılan ürünler olurdu. Kalabalık, öğleye kadar dağılmaz, grup grup sohbetler yapılırdı. Biz çocuklar da okulun bahçesinde doyasıya oyun oynardık. Öğle namazı, cemaatle kılındıktan sonra herkes kendi obasına dönerdi.

Kadınlarımız ise; bayramda farklı ritüeller yaşarlardı: Sahur vakti, erkekleri camiye uğurladıktan sonra kendileri de “Bayram sabahları çeşmelerden zemzem suyu aktığına “ inandıkları için çeşmelere koşarlardı. Çeşme başları genç kızlarla, gelinlerle, analarla, teyzelerle dolardı. Sabahın seher vaktinde helke sesi, su sesi ve kadın sesi birbirine karışır, anlaşılmaz ama uzaktan dinlendiğinde ahenkli bir musiki oluştururdu.

Öte yandan her evde “saç arası” çörek yapılır, erkekler camiden döndükten sonra köyün bütün kadınları, erkekleri ve çocukları topluca mezarlığa gidilir, sofralar serilir, çörekler bıçaklarla dilim dilim kesilir, erkeklerin cami dönüşü getirdikleri helvalarla birlikte yenilirdi. Ardından Kur’an-ı Kerim okunur; ölülere rahmet, sofralara bereket, ikramda bulunanlara sıhhat ve afiyet dileyerek ve topluca dua okunarak ritüel tamamlanırdı. Bayram Günü mezarlığa gitmek ve çörek yapmak sadece Oruç Bayramına mahsustu.

Bayram Namazı kılındıktan sonra: Kurban Bayramı ise, Camiden çıkıldıktan ve bayramlaşma faslı sona erdiğinde, sesi gür olan bir köylümüz, yüksekçe bir yere çıkarak:

“ Ey Etekli Köyü Halkı, Ey Komşular! Duyduk, duymadık demeyin! Buyurun Bayramın birinci günü Tabanlı’ya, Çömelekoluğu’na, Erkeğin’e davetlisiniz. Bayramın ikinci günü de Karmış ve Küp Obalarımıza davetlisiniz!” Bu, hep böyle devam eden ve kendiliğinden yaşatılan bir gelenekti. Bu bayramda da yine “çerçiler” cami çevresinde sergilerini sererler, “kefeli “veya “dilli terazilerde” tartarak ürünlerini satarlardı. Biz çocuklar, şekerleme, lokum gibi şeyler almak için yine babalarımızdan harçlık almaya devam ederdik.

Küp ve Karmış obalarından olanlar, evlerine gitmeden davete icabet ederler, vardıkları her evde önlerine sofralar serilirdi. Kurban etleri, kebap olarak değil; yahni olarak, etli kuru fasulye, yüksük çorbası veya topalak aşı olarak, sofralar dolusu çok fazla ıslatılmış yufka ekmekler eşliğinde misafirlere ikram edilirdi. O zamanlar, çay demlemek gibi bir geleneğimiz oluşmamıştı. Ama ağır misafirlere tavada kavrulmuş ve el değirmeninde çekilip bakır cezvelerde pişirilen acı kahve ikram edilirdi. Kahveyi, evin sahibi erkekler kavurur, el değirmeninde çeker, pişirip sunarlardı.

Ayrıca her köyde, mevsim yaz ise ve hava şartları uygunsa bir dam başında toplu sofralar serilir, herkes evinden getirdiği yemeği gelenlere ikram ederdi. Aynı ritüel ertesi günü Küp ve Karmış obalarımızda da, diğer üç obanın erkekleri ve kadınlarının gelmeleriyle aynı şekilde devam ederdi.

Bizim kuşak görmedik ama büyüklerimizin bayram anılarında dinlediğim kadarıyla Bayram günleri güreşler de yapılırmış. Ben, o günlere yetişemedim. Güreşi, sadece düğünlerimizde gördüm.

Bu bayramda, ilkokulu birlikte bitirdiğim arkadaşlarımı hatırladım. Etekli Köyü İlkokulundan 1964 Mayısında 9 kişi olarak mezun olduk. O vakitler İlkokulu, her dersten sınava girerek bitirirdik ve hatta iki ayrı köyün öğretmenleri birlikte sınav komisyonu oluşturur ve iki okulun beşinci sınıf öğrencileri, beraber bitirme sınavına girerdik. Ve Tanrıma şükrettim ki, hepimiz hayattayız. Ancak iki kişi eğitime devam edebildik, ortaokul ve liseyi bitirdik: Sami Karsandık, Düziçi Öğretmen Okulunu ve ben Adana İmam-Hatip Okulunu parasız yatılı olarak okuduk. Parasız yatılı sınavını kazanamamış olsaydık, öyle sanıyorum ki, ikimizin de okuma imkânı olmazdı.

Gençliğimin bayramlarını hatırladım: Ortaokul ve lisede iken, bayram tatillerini mutlaka köyde geçirmeyi düşünürdüm. Kurban ve Oruç bayramlarındaki ritüelleri hep birlikte yaşamak isterdim. Köyün gençleri, ancak böylesi özel günlerde yani düğün gibi, bayram gibi günlerde birbirlerini görme, hoşlanma ve beğenme ve hatta anlaşma fırsatı yakalayabilirlerdi. Oruç Bayramında mezarlıktaki çörek sofrasında, Kurban Bayramında ev ziyaretlerinde gençler, birbirlerini görme imkânı bulabilirlerdi. Ben de eşimle bir Kurban Bayramında anlaşmıştım ve bu anlaşma evlilikle sonuçlanmıştı.

Memuriyetimdeki bayramları hatırladım: Doğrusu bu bayramlar özlemle beklenen bayramlar olmazdı. Çünkü PTT de görev yaptığım servisin bayramlarda ve yılbaşlarında işleri, aşırı derecede yoğunlaşırdı. O zamanlar, halkımızın dışında Bankaların, Fabrikaların, Cumhurbaşkanının, Başbakanın, Bakanların, Milletvekillerinin, Belediye Başkanlarının ve belirli kurumların genel müdürlerinin postaya verdikleri tebrik zarflarını günlerce tefrik, sevk ve dağıtım işleriyle uğraşırdık. Yer-gök, her taraf kutu kutu tebrik zarflarıyla dolardı. İşin ilginç yanı zarflarda bir standart yoktu. Büyüklü küçüklü boyutlarda olan zarfları işlemek gerçekten zor ve yorucu olurdu.

Bayramda tatil yapamazdık, herkes bayram yaparken biz, işyerinde çalışmak zorundaydık ve nöbetleşe görev ifa ederdik. Eşimizle, çocuklarımızla ve komşularımızla ancak ikinci-üçüncü günlerde bayramlaşma imkânımız olurdu. Hatta çocuklarımı, bugünkü Sabancı Merkez Camisinin bulunduğu alanda kurulan Lunapark benzeri eğlence mekânlarına bayramın ikinci- üçüncü günlerinde götürebilirdim.

Günümüzdeki bayramları düşündüm: Büyük ölçüde ritüelleri kaybolmuş, sadece camiden çıkıldığında tokalaşma ve tebrikleşmenin yaşandığı, herkesin kendi içdünyasına ve işlerine döndüğü, büyük ölçüde tatile dönüştüğü bayramlar olmuştur. Eski bayramlardaki komşuluk ve köylülük ilişkileri yok olup gitmiştir.

Resmi Kurumlarda ve Belediyelerde bayramlaşma, bir anlamda tatil dönüşü, makam sahibini topluca ziyaret etme; Siyasal Partilerde ise, parti binasında birbirlerinin gözüne görünme izdihamına ve fotoğraflarda en önde olma, İl Başkanlarının yakınında durma gayretkeşliğine dönüşmüştür. Bu bayramlaşmalarda, samimiyetten çok bir görevi yerine getirme ve göze görünme, “yok çıkarılmama” anlayışı bulunmaktadır.

Bayramlar, artık içerisinde insan olmayan elbiselere benzemektedir. Tıpkı “Ben ne insanlar gördüm, üstünde elbisesi yok; ne elbiseler gördüm içinde insan yok” aforizması gibi. Adı kalmış ama kendisi kaybolmuş bir yıkıntıya benzemektedir.

Sevgili Peygamberimin “Kişi, kavmini sevmekle kınanamaz.” buyruğunun ışığı altında Türk olan, Türk olmayı gurur sayan, Türkçü düşünce ve dünyagörüşünde olan herkesin ve Türk Dünyasının bayramını bir başka anlayışla kutlamak istiyorum.

Bizi okuyan ve okuyamayan herkesin bayramı kutlu olsun.

 



1726 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

ELLİ YIL ÖNCESİNDEN BİR HATIRLAMA - 03/12/2023
ELLİ YIL ÖNCESİNDEN BİR HATIRLAMA
CHP KURULTAYINDA DEMOKRASİ SINAVI.. - 06/11/2023
CHP KURULTAYINDA DEMOKRASİ SINAVI..
TÜRKLÜK BİLİNCİNİ KORUMAK (12 Eylül yıldönümünde) - 13/09/2023
TÜRKLÜK BİLİNCİNİ KORUMAK (12 Eylül yıldönümünde)
ÇECELİ DEĞİL KARAİSALI - 12/08/2023
ÇECELİ DEĞİL KARAİSALI
BUNDAN SONRA NE OLUR? - 01/06/2023
BUNDAN SONRA NE OLUR?
SIVACI HALİL ŞİİRİNİN HİKÂYESİ – 2 - 07/05/2023
SIVACI HALİL ŞİİRİNİN HİKÂYESİ – 2
DEPREM GERÇEĞİ VE SORUMLULUKLARIMIZ - 16/02/2023
DEPREM GERÇEĞİ VE SORUMLULUKLARIMIZ
SIVACI HALİL ŞİİRİNİN HİKAYESİ - 04/01/2023
SIVACI HALİL ŞİİRİNİN HİKAYESİ
SAYIN ZEYDAN KARALAR - 24/05/2022
Yanlışta ısrar etme lütfen! Şehrimizin logosuna dokunmaya devam ediyorsun. Bu koca ve kadim kent Adana Merkezde, 1964 yılından bu yana yaşayan ve son yerel seçimde size oy veren bir hemşehriniz olarak rica ediyorum. Mevcut logo, görsel olarak şehrimi
 Devamı
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516