Halil Atılgan
incirgedigi@gmail.com
BİR EKMEĞİN HİKÂYESİ[1]
17/01/2024 İncirgediği[2] Mersin ilinin Tarsus ilçesinin (İncirgediği 1993 yılına kadar Adana ilinin Karaisalı ilçesine bağlı idi) bir köyüdür. Çukurova’nın bittiği, engebeli arazinin başladığı, çevreye göre yüksek sayılabilecek bir yere kurulmuştur. Köyün çevresi maki dediğimiz fundalıklarla kaplı olmasına rağmen, yer yer çamlık olan kesimlere de rastlanır. Engebeli arazinin bittiği yerde Toros Dağları başlar. O çevrede Toros Dağları’nın Güney kesimi genellikle böyledir. İncirgediği Adana’ya takriben 37km, tren yoluna 3, otoyola 7km’dir. Adana - Ankara tren yoluyla Adana-Ankara otoyolu arasındadır. Çevrenin kültür merkezidir. Okuma yazma oranının en yüksek olduğu köylerden biridir. Okul 1928 yılında yatılı bölge okulu olarak hizmete girmiş. İki hizmet binasıyla eğitim öğretime başlamış. Binanın biri çevre köylerden gelen öğrencilere pansiyon olarak hizmet vermiş, diğeri eğitim öğretim binası olarak kullanılmış. O civarda cumhuriyet döneminin ilk yeni yazı ile eğitim – öğretim yapan okulu olarak tarihe geçmiştir. İncirgediği,
kervanla ulaşımın yapıldığı dönemde kervancıların “İncirli Bel”, “İncirli Gedik”
olarak tabir ettikleri bir konaklama yeriymiş. İncirgediği adının da bu
konaklama yerinden geldiği bilinir. Şimdi hâlâ konaklama gediğinde, belinde,
incir ağaçları mevcuttur. İncirgediği’nin bir de Kaşobası
mezrası vardır. Küçük olduğu için merkez İncirgediği’dir. İki köyün arası takriben
1km’dir. İncirgediği Kaşobası’na göre biraz daha çukurda
kalmış bir yerleşime sahiptir. Her iki
köyün de önü engebelidir. Kaşobası daha havadar ve önü açıktır. İşte benim çocukluğum Kaşobası’nda geçti. Köyüme sadakatim onunla ilgili gelenekleri ve uygulamaları unutmadı. Her fırsatta onların kalıcılığına sağlamak için çalıştı. Onlardan biri de Bir Ekmeğin Hikâyesi idi. Makale benim çocukluğumun geçtiği Kaşaobası’daki uygulamalara göre kaleme alındı. Kaşobası’nda yokluklar içinde geçen yıllarım ne oyuncak gördü ne oyuncakçı. Onun için ekmeğin sofraya geliş hikâyesini ve kıymetini çok iyi bilirim. Çünkü onun sofraya geliş hikâyesini katre katre yaşadım. Rahmetli babam sayesinde her safhasını tüm detaylarıyla öğrendim. Babam çok fakirdi. Bir zaman köyün sığırlarını güttü. Ağaların dutması[3] oldu. Sonra zamana göre işçilik yaptı. Ot kazdı. Pamuk topladı. Harman zamanı yabacılık[4] yaptı. Babamın yabacılık yaptığı dönemde ekmeğin sofraya geliş hikâyesi kat kat katmerlendi. O zaman yeni yetmeler geldi aklıma. Onlar sadece ekmeği yer. Türlü türlü safhalardan geçerek sofraya geldiğini bilemez. Nasıl bilsin ki… Öğretmedik. Anlatmadık. Bilenlerde unuttu. Tabi ki onunla ilgili sözcüklerde kullanılmadığı için unutuldu, kayboldu gitti. Zengin Türk dili biraz daha kısırlaştı. Durum ne olursa olsun… Biz şimdi ekmeğin hikâyesine bakalım. Her safhasını sizlerle paylaşalım. Ekmeğin sofraya gelmesi için önce
tohumun tarlaya saçılması gerekir. Tohum tarlaya saçılmadan yani ekilmeden önce
buğdayın çeşidi belirlenir. Eskiden sadece karakılçık dediğimiz yerli buğday
vardı. Ki o zaman çeşit tekti. Onun için de çeşit belirleme diye bir sorun
yoktu. Biz yine de birkaç buğday çeşidi olduğunu varsayalım. Çeşit
belirlendikten sonra tarlaya ekilecek olan tohum önce gözer[5] denilen
elekten geçirilir. Varsa yabancı maddelerden temizlenir. Çuvallara istif
edilir. Tarlaya ekilmek üzere hazırlanan buğdaya bider ya da tohumluk
denir. Ama yörede tohumluk buğday hep
bider olarak bilinir.
Tarlaya tohum eken çiftçi.
Biderlik buğday hayvanlarla ekim yapılacak tarlaya taşınır. Tabi ekim yapılacak tarla daha önce sürülmüş bider ekilecek hale getirilmiştir. Biderin ekilmesi için tarla evleklere ayrılır. Eğer ekim yapacak kişi birden fazla ise her kişi bir evlek tutar. Bellerine bağladıkları peştemallara daha önceden buğday konulmuştur. Sol el peştamalın ucundan tutar. Sağ el de tarlaya tohumu saçar. Tohum saçma işi genelde Ekim ayının ortalarında başlar. Tarlaya tohum serpildikten sonra tapan edilir[6]. Tapan edilmesi ekilen buğdayın toprakla kucaklaşmasını sağlamaktır. Tapan etme işi Ekim yapmanın en son aşamasıdır. Artık çiftçi ekimi yapmış buğdayların başak vermesini beklemeye başlamıştır. Başak veren buğdaylar da biçilmeyi bekler. Biçme işi Haziran ayının sonunda başlar Temmuz ayı boyunca devam eder. Tarlaya biderin ekilmesi - saçılması buğdayın
başak vermesi, biçilmesi Ekmeğin
Hikâyesi’nin birinci safhasıdır. Bundan sonra buğdayın biçilmesi ve harman
yerine destenin çekilmesi gelir ki bu da ekmeğin hikâyesinin ikinci safhasıdır. Buğday yetiştikten sonra biçilir. Biçen aletin adı oraktır. Orağa galıç da denir. Büyüğü ise menceldir. Mencel kullanan kişinin sol elin beş parmağına taktığı ağaçtan yapılmış bir ellik bulunur. Ellik biçilen ekini daha fazla tutmaya ve parmağın kesilmesini engellemek için kullanılır. Orağın büyüğü tırpandır. Tırpanla ayakta, orakla eğilerek ekin biçilir. Eğilme belin bükülerek vücudun L şeklini almasıyla gerçekleşir. Ekin biçenler birkaç kişi ise, sıra halinde dizilerek biçme işi gerçekleştirilir. Tutam tutam biçilen ekinler bir yerde toplanarak deste meydana getirir. Biçilen ekin destelerinin bir sırada olmasına dikkat edilir. Sırada olmaz ise desteyi çekecek olanlara zaman kaybettirir. Ekin biçenlerin oraklarını bileylemek için yanında masat ve biley taşı bulunur. Orak ne kadar keskin olursa ekin de o kadar kolay biçilir. Ekin biçildikten sonra kızak
çekme işi başlar. Kızak kare şeklinde 1,5 x 1,5 boyutunda tahtadan yapılmış
köşelere 2,5 metre uzunluğunda dikeçler bulunan iptidai bir tarım aletidir.
Destenin konacağı taban tahtadandır. Kızağın çok deste alabilmesi için desteler
usulüne uygun yerleştirilir. Sonra da deste dökülmesin diye kendirle
|